19 Aralık 2014 Cuma

Baumgartner

Boynunu koklayınca ölümsüzlüğün rengi gelirdi gözümün önüne. Gırtlağımdan aşağı gökyüzü inerdi. İçimdeki ölüler dirilirdi ve ben yüzüne baktıkça günah çıkarırdım. Ardından, yalın ayak betona basan keşkeler doluşurdu ciğerime. Nefesini bi renge bulayabilsek sıyrılırdım şeffaf keşkelerden aslında.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Gözlerimi araladım;

içerideki güzel havanın sebebini hatırlamaya çalışıp gülümsedim, beni saran ellerine baktım. Sonra dünü hatırladım. Kavga ettiğimiz dünü. Beni incitmemek için gittiğin, birkaç saat sonra sakinleşerek gelip yanıma kıvrıldığın dünü. Mesafelerin tükendiği dünü. Sana baktım sonra, parmak uçlarından öptüğüm sana. Nasıl böyle kusursuz uyuyordun yanımda? Dudağının kenarındaki minik gamzen belli belirsiz duruyordu. Öpmemek için zor tuttum kendimi. Seni izledikçe tebessüm ettim. Yavaşça tamamen sana döndüm. Uzun uzun baktım güzelliğine. Öpülesi dudaklarında ellerimi gezdirdim, kirpiklerine baktım sonra. Seni uyandırmaya korkarak dudaklarımın uçlarıyla yavaşça dokundum onlara. Saçlarına dokundum, ellerimin son durağı da ellerin oldu. Boynuna yaklaştım yavaşça kokunu içime çektim. Ciğerlerimi kokunla dolduracak kadar derinlerime çektim. Nasıl güzel ben oldun. Kollarına bıraktığım anda kendimi, uyandın. Bana dakikalarca baktın. Hiçbir şey söylemeden, gözlerimin içine sadece baktın. Belki de beni nasıl sevdiğini düşündün. Saçlarımın içine sakladın kendini. Hayatının tüm gelgitleri işte tam da orada bitiyordu. Saçlarımdan öptüğün ben, hayatındım aslında.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Evrene Mesaj

Bir ten,
en fazla ne kadar özlenir?
Ne kadar hasret kalınır bir tene?
Tenine değmezse dudaklarım ölecekmişim gibi.

Anna

...
gidelim buradan.
senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna.
sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların…
tamam sustum.
...

1 Ağustos 2014 Cuma

Something

Belki de adamın kadının kalbini avuçlarının içine alarak ıslak dudaklarını milyonlarca kez öpüp teninde kaybolması yerine, kadın aynı adama defalarca ölüyordur.

28 Temmuz 2014 Pazartesi

15 Temmuz 2014 Salı

Eksik

"...Sen bana hiçbir zaman aşık olmayacaksın güzel adam. Seninle hiçbir zaman gittiğimiz her şehirde -mutlaka- sevişmeyeceğiz. Seninle başka şehirlere gitmeyeceğiz bile. Sen gecenin bir yarısı uyanıp nefes alıyor muyum diye kontrol etmeyeceksin beni. Çoğunlukla sarhoş halde sızacaksın yanımda. Makine durmadan uykuya dalarsam, sen kalkıp buruşmadan asmayacaksın çamaşırları. Ütü yapmayı bilmediğimden haberin bile olmayacak belki. Faturaları sen takip etmeyeceksin. Bizim asla bir evimiz olmayacak ki."

Deity


Garip

aslında değer anlama anlayışınız. Elinizden kayıp giderken çaresizce seyrettikten sonra başkasının kollarında onu görünce fark ettiğiniz şey. Acı diye nitelendirdiğiniz ama aslında içinizin zerre acımadığı şey. Alışkanlığı, sevmek diye nitelendirdiğiniz şey. Sahi ne o hissin tam adı? Size verilen kalbi oyun hamuru gibi mıncıklayıp, sıkıp ortalık yerde bırakıp, kalbin kuruyup taş gibi olmasını seyrettiğiniz şeyin adı ne? Kusura bakmayın bazen sadece sevmek yetmiyor. Keşkelerle yaşanır hale gelebiliyormuşsunuz değil mi? Ne oldu şimdi? Elinizdeyken düşünme yetinizi kullanamadınız mı? Kaybettikten sonra inci tanesi olduğunu mu anladınız yoksa? Sizinki ne biliyor musunuz? Hani birini her gün görürsünüz, sanki size hep çantada keklik gibi gelir ya, sırf o yüzden de düşünmez, aklınıza bile getirmez, ilgilenmezsiniz ya. O gider bir ton hayal kurarken, ona göre rengarenk size göre bomboş hayaller tabii. Umursamaz bir edayla ama umursuyor görünümü verip “hatta bunu bunu da yaparız” dediğiniz hayaller varya hani. Onu düşüncesi bile mutlu ederken, sizin zerre içinizi titremeyen hayaller. O hayalleri başka biriyle gerçekleştirdiğini görünce içinizi pişmanlık mı kaplayacak, nefret mi? Sizi kirpiklerinizden, saç telinize kadar sevdiğini gördüğünüz halde canını yakmaya devam edeceğiniz bir insan daha bulabilecek misiniz? Ya da her incitip, hırpalamanıza rağmen ellerinizi tutmasını bekleyen, aylar geçmesine rağmen direkt sarılmak yerine “sarılabilir miyim?” diye soran birini bulabilecek misiniz şimdi? Sırf ilgi gösterip, zaman ayırın diye kavga çıkartan birini bulabilecek misiniz peki? Avuçlarınızın arasından kayıp gittiğinde, aklınıza gelebildikçe en azından yakabiliyor mu canınızı şimdi o bir zamanlar duvardan duvara vurduğunuz insan? Siz bilemezseniz, illa çıkar değer bilen birileri. Anlamasanız da bir insanın sevdiğini bilmesi başkadır, iliklerinde duyması başka.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

İşin tuhaf tarafı da ne biliyor musunuz?

Haysiyetten, kişilikten, duygulardan bahseden çoğu insanın asıl haysiyetsiz, kişiliksiz ve duygusuz olduğu gerçeği. Göz boyama çabaları.  “ Nasıl daha fazla hafızalarda kalırım, nasıl insanları yerip kendimi yere göğe sığdıramam, ismimi görünce nasıl hemen tanıyabilirler” çabaları. Sahi insanları yargılamadan önce, biraz olsun dönüp kendinize bakıyor musunuz? Aa özür dilerim, insanları eleştirmekten, damgalamaktan ve yargılamaktan kendinize fırsat kalmıyordur elbette. Siz ve sizin şu “mükemmel olma” tavırlarınız. Kısacası her konuda fikir sahibi edasıyla ortaya atlayan, bildiği bilmediği her muhabbette boy gösteren, genelde alay konusu olan, ortama meze olan ama bunun bile farkına varamayacak kadar zavallı insanlarsınız çoğunuz. Ha bir de tüm bunların yanında sevgilisi olan insanlara yanaşmalarınız var tabii. Güya arkadaşsınız. Güya. Sevgililerden birinin gözüne sokup, rahatsız edecek derece de ilişki başlatmalarınız, ilişki başlatma altında yatan “yavşamalarınız” var. Aslında son derece iğrençsiniz. Son derece beyin yoksunlarısınız. İnanın bu lafları sarf etmem bile değmez sizin gibiler için. Gerçekten belli bir beyne ve kişiliğe sahip olan birisi okusa şunları, utançtan yerin dibine girer, gururu incinir. Tabii sizin gibiler bunu okusa da ne üstüne alınır, ne de bir halt anlar. Zira, olmayan beyine bir şeylerin girmesi zor iş olsa gerek.

Sonra

en olmadık yerde karşına çıkar o. Sözlerini sayıklarken sana; kendini Tomris Uyar kadar eşsiz bi kadın sanırsın. Cemal’in olur. Edip’in olur. Turgut’un olur. Dönüp sorunca kendine; ben böyle nasıl sevildim diye ‘ne yaptım da!?’ dersin de cevabını bulamazsın. İşte bir tek adın kalır göklerde.. Sevildiğinden mi seversin böyle?

Gibi.

Sarılsan elbiseler fazla gelir, onları çıkartır iç içe olmak istersin. Sırf bu yüzden sevdiceği sevmek, öpmek, doyamamak, yemek istemek dayanamamak, ısırmak diye bir şey var.

restless soul

Çünkü; insanları damgalamak, olmadıkları gibi göstermek, nefret etmek, güvenmemek, kırmak, yarı yolda bırakmak, paramparça etmek, acıdan kıvrandırmak, hissizleştirmek kolay. Ama sevmek çok zor, değil mi?

othello

Aslında özümde insanların koşarak uzaklaşacağı biriyim. Sevdiğim insanları hangi nedenden dolayı kıskanacağımı kendim bile bilmiyorum. Kıskançlık katsayımın seviyesini siz düşünün. Kıskançlık yüzünden başlayan kavgalarım birbirine o kadar çok benzemeye başladı ki artık tartışma nedenlerim yok denecek kadar az. Ara sıra yaptığım o mantıklı kabul gören kıskançlıklarım bile, mantıksızların yanında yok denecek kadar az. Sevdiğim insanları çevresindekilerden dahi kıskanacak kadar manyağım. Kafayı yememle eş değer olan bu aptal sendrom, iliklerime kadar yeterince işlemiş. Böyle içime sokarcasına seveceğim insanlar var. Deli gibi seveceğim. Ama bir yandan da bunaltmaktan, kaybetmekten korktuğum için tenine dokunmaya dahi cürret edemediğim insanlar var.

Don Juanlar

Bir de şöyle erkeklerimiz var ki; diğer insanlara "karizmatik" izlenimi verip "zeka"sını saklamaya çalışan -hoş olmayan şey nasıl saklanacaksa, bunu da yapmaya çalışmak zor olsa gerek- yalancı ve yalaka olan, güven sorununu ve kendi iç hesaplaşmasını çözemeyip bunu insanların üzerine yükleyen, toplumun kurallarıyla sınırlanmış büyük bir şefkate ve aşka aç olmasına rağmen kendini buna hazır değilmişcesine kandıran, ses tonu son derece inandırıcı olmasına rağmen bakışlarını sabitleyemeyen, ne istediğini bilmeyen kararsızlığıyla sizin de hayatınızı alt üst eden tiplerdir.

Ve en acısı da bunlar bir kadının hayatında en az bir kez aşık olduğu erkeklerdir.

Seni

aklıma düşüren şeyleri yanımda taşır oldum.

adam dediğin;

siyah atletli, kumaş pantolonlu, ayağında da deri çizmeler, bu kovboy çizmelerinden. hakiki yılan. kolları tamamen kaplı olmasa da dövmeli. opsiyonel olarak bıyıklı/yara izli/kırık burunlu, kısacası yüzünde karakteristik pislik bir şeyler olan bi' adam. hani suratına bakarsın dersin ki bu herif boş zamanlarında yetimhane yakıyor. tam da böyle bir adam.

velle est posse

oysa tanrı, beni
seni sevmek için yaratmıştı.
alnından,
kirpiklerinden,
dudaklarından öpüp,
uyutmak için koynumda,
düştüğün
yerler
kadar,
düşmeden tutmak için
seni,
oysa sen tanrıyı inkar edercesine, yok ettin beni.

Kalbimin

en derininde, diğerlerinin olduğu yerden ayrı bir yerde saklıyorum seni.

turn off the lights

omuzlarıma üfleyen soğuk bana yine seni hatırlattı. her soğuk üşütecek değil ya, bazıları yakar. fazlaca iç yakar. olmadığın her an içimde bir şeylerin sökülüp atıldığını hissediyorum. insanları anlamıyorum yokluğunda. duymuyorum onları. birbirine çarpan iki dudağı izleyip duruyorum öylece. duyu organlarımı yitiriyorum zamanla. hala aynı yerdeyim ben. bıraktığın yerde. kan kırmızısı dört duvar arasında. iki adım atsam yatağımızın üzerindeki o krem rengi çarşafa dokunacağım. üzerinde bedenlerimizin birbirine dolanırken, senin parmak uçlarınla saçlarımı kulağımın arkasına itip, boynuma en tutkulu öpücükleri kondurduğun çarşafımız. çarşafın üzerindeki o leke. dur biraz, nasıl olmuştu bu? hangi sevişmemizde olmuştu? elinden kapıp içtiğim, ardından onunla seni öptüğüm votkaya karışmış vişnenin lekesi miydi peki? en son ne zaman sevişmiştik sahi? 1 hafta mı? 2 hafta mı? tek net hatırladığım şey, terden çarşafa dolanmış bedenimi kucağına alıp, iç çamaşırlarımıza basa basa o uzun koridordan banyoya doğru ağır adımlarla ilerlediğin. karşılıklı küvette oturuyorduk. gözlerimin içine, bir noktaya odaklanmış öylece bakıyordun. sıcak su tenimizi yumuşatmıştı. sevişmek istiyordum yine. en ufak hareketimizde, göğsünden çenene doğru çıkıp vücudundan süzülen su damlacıkları daha da cezbediyordu beni. karşımdaki kusursuz duruşun bile beynimdeki her hücreye tek tek işlemiş adeta. elimde, aklımda, benliğimde senden geriye tek kalan şeyler bunlardan ibaret işte. aslında bende benden geriye bir şey kalmadı sen gidince.

intelligent man

Etkileme kabiliyeti yüksek erkekleri hep sevmişimdir. Zeki bir insanın kişiliksiz olabilme ihtimalini pek göz önünde bulunduramıyorum maalesef. Bilgi küpü, kavanoz gözlüklü, tamamen kariyere yönelmiş, sıyırma çizgisindeki erkeklerden bahsetmiyorum. Hızlı düşünebilen, konuşurken insanın gözünün içine bakan, göz bebeklerinin içine bakarak büyülemeye başlayan, insan ilişkilerinde sağlam temeller atabilen erkeklerden bahsediyorum. Gerçekten zeki olan bir erkek tonlarca şefkat barındırır içinde bence. Harcayabilecek onca şefkat. Sizi sarıp sarmalayacak, sıcacık güçlü kollar. Yakışıklı bir erkek her zaman diğer erkeklerden çok daha iticidir ama ne yazık ki kızlarımızın çoğu bunu anlamayacak kapasitede. Yakışıklı erkeklerimizin istediği tek şey yatak sınırları içinde görüşmektir. Saniyelik, dakikalık, saatlik zevklerdir. Sevişmenin bile eziyet türünde geleceği cinsten erkektir o. Zeki erkekse her şekilde huzuru verir ellerinize. Eğlenceye, şefkate, huzura her şekilde kavuşturur. Sadece ilgiye açtır biraz. Kedi gibi okşanmak ister. Ruhu da bedeni de okşansın, büyülensin ister. İşin daha da tuhafı, güçlü ve zeki erkeklere hep zaafım olmuştur ama hiçbir zaman karşılaşamayacak kadar da şanssız olmuşumdur. Bir kadının önce beyniyle sevişebileceği erkeği bulmasının daha doğru olacağını kabul edersek; arzulanacak, delice sevilebilecek, sahiplenilecek tek erkek, zeki erkektir. Kısacası asla bulunamayan erkektir.

maybe

Belki de her şeyin saniyelerle olmasını istemek garip. Kim bir anda karşınıza çıkıp iç dünyanızı ele geçirebilir ki? Paraşütle atlayarak adrenalinden ölmek varken, kim başka şeyler yerleştirir bilinçaltınıza? Bir anda sizi incitmekten korkarcasına, narince elinizden tutup, hiç bilmediğiniz diyarlara götürür. Balkonda rüzgar teninizi okşarcasına eserken, bir kadeh şarap yudumlarken arkanızdan yaklaşıp, sıcak soluğunu ensenizde hissedeceğiniz şekilde sizinle yıldızları seyreder. Şefkatini bedeninizin her kıvrımına hissettirir, iliklerinize kadar. Gözlerinizin içine baka baka bedeni sizin için ateş gibi yanarken, dudaklarını saatlerce dudaklarınıza kenetler. Tüm gece bedenleriniz birbirini arzulayıp durur. Varolan tüm heyecan yer etmiştir beyninize, kalbinize. En anlamlı huzur göğsüne uzandığınızda saçlarınızı okşayarak size bir şeyler fısıldamasıdır. Dudaklarından dökülen her kelime ezberinizdedir. Dudaklarının her aldığı şekil, en ufak kıvrımları bile. Sadece o dokunduğunda cayır cayır yanar bedeniniz. Tüm hücrelerinizin yaşadığını o zaman anlayabilirsiniz. Dudakları dudaklarınızdayken aslında ne kadar güçsüz olduğunuzu fark edersiniz. O bir gecenin bitmemesi lazımdır aslında. Sabah olunca sırf yanınızdan ayrılmasın diye ona yolları göstermemelisiniz. Bilmesin nasıl gideceğini. Korksun. Korkar o da aslında ama size belli etmez. Ki o gitmese bile biter bir şekilde o heyecan. Kesinlikle biter. Ya da siz bitirirsiniz. Tüketirsiniz. Bezdirirsiniz. Onu incitip, içindekileri öldürmek için gereken ne varsa yaparsınız. Fazlasıyla. Asıl ondan sonrası mesele. Sabahları acı içinde kıvranarak uyanmak. Özlemek. Kanser hücresi gibi o özlemin git gide artarak vücuda dağılması. Her nefeste ayrı bir acı çekmeye başlamak. İnanın kolay. Çok kolay. Saniyelerle bir insana taparcasına aşık olmak da arkanıza bakmadan ondan kaçmak da kolay.

little prince

Kırk dört gün batımı.

Monarşik-cilik

Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Gezi Parkı, internete sansür yasası, her milli bayramda ölesiye hastalanmak ama bir geberip gidememek, yolsuzluklar, ayakkabı kutuları, dini siyasete alet etmeler ve daha niceleri. Bunların hepsiyle alakalı yeterli söz söylendiğinden bir yenisini daha eklemeyip farklı bir noktaya değineceğim.
Bir parti entrikasız nasıl başa gelebilir dersiniz?
Öncelikle seçimde sadece akp’nin bulunmasına müsaade edilmeli.
Sadece akp’li milletvekillerine oy verilmeli. Ya da şöyle diyeyim sadece rte’nin onay vereceği kişilere oy verilmeli.
Cemaat vekillerinin sızmasına önlem olarak, oldu ki akp’ye değil başka bir partiye oy verildi bu oyların akp’ye verildiğini varsayarak işlem yapılmalı.
Rte’nin kendisini sevmeyen –tabii etki-tepki meselesi olarak onun da sevmediği- insanlara yurtdışında yaşama imkanı sağlaması ve onların seçimden önce ülkeyi terk etmelerine yardımcı olması.
Chp, mhp ve diğer partilerin başından beri rte'nin gözünde pasifize edilmesi.
Ve tüm bunlardan sonra insanların/insanlarımızın hala gelip “bu ülke nasıl bu halde demesini” ancak ve ancak “hüloooğ zeka seviyesi” açıklayabilir.